24 Aralık 2009 Perşembe

Adige Toplum Önderlerine Yapılan Saldırıları Kınıyoruz!

Kafkasevi'nin, Rusça hazırlayarak, Kafkasya'daki ilgili kişi ve mecralara ilettiği mesajın Türkçesi aşağıdaki gibidir:
"Bizler 150 yıl önce vatanından atılmış insanların torunlarıyız. Nesiller değişse de, anavatanımıza olan bağlılığımız hiç değişmedi. Şimdiye kadar bu bağlılığı kutsal bir emanet gibi nesilden nesile aktardık. 150 yıl boyunca gözümüzü kulağımızı anavatanımızdan hiç ayırmadık. Oradan gelen güzel haberlere sevindik, kötü haberlere üzüldük.Son günlerde anavatanımız üzerinde yine kara bulutlar dolaşıyor. Toprak yasalarıyla oluşan gerginlik ve meydana gelen olaylar bizleri derin bir üzüntü ve endişeye sevk etti.

Yasal eylemlerle seslerini duyurarak halklarının menfaatlerini koruma gayretinde olan Adige toplumsal hareketlerinin önderleri Ruslan Keşev, İbrahim Yağanov, Murat Berzegov ve Zamir Şukhov’a karşı girişilen menfur saldırılar bizleri derinden yaralamıştır. Her ne sebeple olursa olsun, Adige toplum önderlerini hedef alan tüm saldırıları ve saldırganların arkasında yer alan tüm isimleri esefle kınıyoruz.

Ve bunların tamamını provokasyon olarak değerlendiriyoruz.

Cumhuriyette kök salmış halklar sürtüşmeye sokularak istikrarsızlık oluşturulmaya, bu şekilde arabulucu “ağabeye” olacak ihtiyaç ve bağlılıkları artırılmaya çalışılmaktadır.

Nitekim son olayların fitili yine RF Duma'da çıkarılan yasalarla ateşlenmiştir. Moskova’da önce Rusya Federasyonu Anayasası’nda değişiklikler yapılmakta, sonra federal cumhuriyetlerden mahalli yasalarını bu Anayasaya göre değiştirmeleri istenerek hem bölgenin özel şartları ve yaşayanların iradesi hiçe sayılmakta; hem de cumhuriyet sakinleri arasında muhtemel çatışmalara zemin hazırlanmaktadır.

Nitekim, toprak paylaşımı gibi hassas bir konuda en tepeden çıkarılan yasalar Kabardey-Balkar’a adalet ve mutluluk değil; karmaşa, sürtüşme ve istikrarsızlık getirmiştir. Klan ve çetelerin rant kavgası da işin içine girince, durum büsbütün içinden çıkılmaz bir hal almaktadır.

Biz anavatanda yaşayan tüm kardeşlerimizi haddimiz olmayarak uyarıyoruz:

Anavatanımızdaki mevcut konjonktür sorunların çözülmesine uygun değildir. Zorbalığın ve rüşvetin hukuka galebe çaldığı bir ortamda adalet tesis edilemez.

Bunu herkes görmeli ve hiçbir sorunun büyümesine fırsat vermemelidir. Oyuna gelenler sadece kendilerini yakmakla kalmaz, bütün ülkeyi ateşe sürükler.

Biz diasporada yaşayan Kafkasyalılar, anavatanımızdaki sivil toplum kuruluşlarının liderlerine yapılan saldırıları kendimize yapılmış sayıyor; saldırganları ve buna karşı tavır almayan sorumluları şiddetle kınıyoruz.

KAFKASEVİ "

23 Kasım 2009 Pazartesi

İÇİ BOŞ AÇILIM Erhan Hapae

Türkiye’de birkaç aydır bir açılım süreci yaşanıyor. Buna muhalefet eden siyasi partiler ve baro-yargı-basın mensupları gibi bazı taraf kurumlar ‘içi boş bu açılımın, içi bomboş’ diye bağırıyorlar, ‘önce içini doldurun’.

Birincisi; içi boşsa eğer, muhalefet için daha iyi ya, niye bağırıyorlar.

Şöyle mi demek istiyorlar yoksa, sizin niyetlerinizi biliyoruz, Kürtlere şunlara bunlara bazı haklar vermek istiyorsunuz (ki, bu dolu olduğunu gösterir). Açık söyleyin de Türk halkı ebenizi bellesin. O bellemez belki, ona da güvenilmez şimdi ama ordu ve yargı gelsin yapsın o işi.

Yoksa şunu mu demek istiyorlar; Ey açılımdan medet uman mağdurlar, buradan bir şey çıkmaz size, sizi aldatıyorlar. Boşu boşuna kendinizi risklere atmayın. Burası Türkiye, burada ne olacağı belli olmaz, destek vermeyin. Verirseniz eğer, başınıza gelecekler olabilir. Yani? Desteksiz bırakın başbakanı. Bırakın ki, ümüğünü sıkalım.

Kendilerinin bir önerisi var mı bu konuda? Evet var. Düzen aynen devam etsin. Asker yönetsin bu ülkeyi bu güne kadar nasıl olduysa ve nasılsa bize de bir yalakalık düşer elbet. Gözünü açanı ‘’Dersim Katliamı’’na benzer şekillerde çözelim. Ölümler öldürmeler sürsün gitsin.

Tarihçi Mete Tuncay, Dersim'de isyan yoktu diyor. Şeyh-Sait isyanı gibi bir şey değil. Dersim, bir ‘edebe getirme’ yani bastırma, ’’ola ki bunlar ayaklanır’’. Seyit Rıza önce kendisinin asılması için yalvarır ama 17 yaşındaki oğlunu asarlar gözlerinin önünde, sonra da kendisini. Seyit Rıza’nın son sözleri, Mete Tuncay’ın bu son açıklamasıyla anlam kazanıyor şimdi. Evladı-Kerbelayık, bi-hatayık. Ayıptır, zulümdür, cinayettir.

Bu cenahın hiçte cahil sayılmayacak sözcüsü sayın Öymen; Dersim'de ne yapıldıysa aynısı yapılsın istiyor, bu gün bile. O cenahın dünya görüşünü özetliyor harbiden.

İçi boş olan açılımdan ne çok şey dökülüyor.

Daha çok şey dökülür biraz sabredin. Dökülür ama Türkiye halkı intikam ateşiyle yanmıyor. İntikam için ortaya dökülmeyecek bütün bunlar. Nasıl olurda yaralar sarılır, kırılan dökülen nasıl tamir edilir diye dökülecek her şey. Asıl becerilmesi gereken şey bu.

Yoksa, vicdan ne işe yarayacak ki başka.

Barolar dinlemelere karşı miting yapıyor Taksim'de. Başbakan altı yıldır dinlendiği için değil, birkaç hâkim dinlendiği için. Dokunulmazlığımız var bizim demek istiyorlar ama Van savcısını kulağından tutup meslekten men ederek suçlara iştirak eden Yüksek Hâkimler Kurulu'na ve darbelere karşı seslerini çıkarmıyorlar. Eski Yarsav başkanı askere gitmemek için şüpheli bir rapor alıyor ve askerlik yapmıyor ama vatanı en çok seven o. Genelkurmay brifinglerine cüppeleriyle gidiyorlar koşa koşa. Kendisine teslim edilmiş askerlerden dördünü, birinin eline pimi çekilmiş bomba vererek öldüren Teğmen, 9 yıl hüküm giyiyor. Yani 3,5 yıl sonra serbest. Bu kararda, basının suçüstü yakalayıp zorlamasıyla tabi, yoksa eğitim zayiatı. Bunlar adalet dağıtacaklar öyle mi?

Türkiye değişirse işsiz kalır bu hâkimlerin, savcıların ve avukatların çoğu. Öyle olacak çünkü hukuk bilmiyorlar.

İçi boş açılımdan bunlarda dökülüyor işte.

Bu açılım meselesine biz Çerkesler içinden bazı arkadaşlarımız, tabi iyi olur destekleriz deyip, ''ama'’yı ekliyor sonra bir muhalefet geliştirmeye çalışıyorlar. Sayın Hatam enerjik bir telaşla Türkiye statükocularına benzer bir muhalefet içinde. Bindirecek ama elinde çok malzeme yok. Çok sade bir niyet ifadesine yükleniyor. ‘‘İçi boş bunun, içi doldurulsun hele’’ diyor. Benzer eleştirilerde var forumlar ve diğer yazışmalarda. Bir kısmı hafif tehditler içeriyor, ‘’Bazı yollar çıkmazdır, bir tatsızlık çıkmasın sakın’’ yollu.

Yapmayın arkadaşlar, yakışmıyor.

CARI.

22 Kasım 2009 Pazar

Spartak Nalchik Song

Aidamir Mugu Cherny Glaza

Maka Sagaipova Song

Eshar Makka Sagaipova

Sagaipova misli o tebe

Makka Sagaipova - Haza kant

Lezginka Dance

Little TAMERLAN

How we kidnapped a girl ?

Olga Sakur

Besleney Reneta

Qafe K'ıh

Aslan Tlebzo

ADIGHA CARTOON

Spartak Nalchik Song

lezginka

çerkes güzeli

müzik - ahmed ahmedov, cerkes guzelim | izlesene.com

20 Kasım 2009 Cuma

Kadınlar

TÜRKİYEDEKİ ÇERKES KÖYLERİ

CAHAR DUDEYEV


21 nisan 1996, Çeçenistan’ın efsanevi lideri Cevher Dudayev’in şehadet tarihidir.

Halkının özgür olması için, şan, şöhret, para, kısaca aklınıza gelebilecek bütün maddi değerleri terk eden yiğit adam, onuruyla şehadet şerbetini içti. Göğsünü gere gere hak divanına yürüdü.

Dudayev 1944 yılının ocak ayında dünyaya geldi.On üç kardeşin en küçüğü idi.Doğum gününü tam olarak bilmiyordu.Çeçen sürgünü sırasında kundakta bir bebekmiş.Buna göre 1943 yılı sonu ya da 1944 yılı başlarında doğmuş olsa gerek. Doğumu ikinci dünya savaşının bitimine rastladı. Gözlerini dünyaya açtığında yokluk, kıtlık ve sefalete merhaba dedi.

Dudayev'in dünyaya gelişi sırasındaki yokluk ve sefalet sürprizine, bir de sürgün sürprizi ekleniyordu.

İkinci dünya savaşında Alman işgaline uğrayan Kırım ve Kuzey Kafkasya'nın batısındaki yenilgilere suçlu aranıyordu. Suçlu hemen bulundu. Çeçenler, Kırım Tatarları, Karaçay ve Balkar halkları idi bu suçlular.

Alman işgali altına girmeyen Çeçenistan ve Çeçen halkının, Almanlara nasıl işbirliği yaparak Rusya'ya ihanet ettiği bir türlü anlaşılamadıysa da, Çeçen halkı sürgünden kurtulamadı.

Rus yönetimi, yüzlerce yıldır kin beslediği Çeçen halkını, fırsat bu fırsattır diyerek tarih ve coğrafya sahnesinden silmeye teşebbüs etti.

21 şubat 1944 tarihinde Çeçen halkı top yekun olarak, 24 saat içinde elverişsiz şartlar altında ülkesini terke zorlandı. 850 bin Çeçen sürgün edildi. Bu sürgün sırasında Çeçen halkının yarıya yakını hayatını kaybetti.

Cevher Dudayev, suçlu olarak dünyaya geldi. Sürgün kararı verildiğinde yaklaşık 40 günlük bir bebekti. Annesinin kucağında sürgüne giden, belki de en küçük Çeçendi.

Sağlam bünyeli insanların dayanamadığı kış şartlarına, mucizevi bir şekilde direnen küçük Cevher (Dudi) sağ salim Kazakistan'a ulaşıyordu. Hz. Musa'yı en büyük düşmanı firavundan koruyan, hatta onun sarayında büyüten Rabbim, Cevher Dudayev'e de meleklerinin kanatlarını gererek onu büyük tehlikelerden koruyordu.

Dudayev Kazakistanın Çimkent şehrinde 13 yıl yaşadı. O, anne ve babasının anlattığı Çeçenistan'ı hep rüyasında görerek büyüdü. Kanlı diktatör Stalin'in ölümünden sonra Rus yönetimi, Çeçenlerin haksızlığa uğradığını kabul edip geri dönüşlerini serbes bıraktı.

1957 yılında gerçekleşen bu geri dönüş kervanına, Dudayev ve ailesi de katıldı.Dudayev ve ailesi, evlerine yerleşen Rusları, kazma ve küreklerle kovarak evlerine yeniden sahip oldular.

Çok zeki bir çocuk olan Dudayev, sınavlarını başarıyla verdiği Tambov Hava Harp Okuluna kaydoldu. Okulu başarıyla bitiren Cevher Dudayev, Sovyet ordusunda genç bir savaş uçağı pilotu olarak görev aldı.

Mesleğindeki başarısı ve dürüstlüğü ona hızla yükselme kapılarını açtı. Dudayev, kendisi gibi havacı bir Rus subayının kızına gönlünü kaptırdı.

Ona daha sonraki çileli yolunda hayat arkadaşı olacak Alla Dudayeva ile evlendi. Alla, Çeçen olarak doğmamıştı ama, Dudayev'in şehadetinden sonra onurlu duruşuyla gerçek Çeçen gelinleri aratmadı.

1989 yıllarına gelindiğinde, Sovyet sistemi çatırdamaya çaşlamıştı.Gorbaçov'un uyguladığı Glasnost ve Prestroyka politikaları Komünizme gün saydırıyordu.

1991 yılının Aralık ayında beklenen son gerçekleşti. Komünizm çökmüştü. Komünizmin sancılı çöküşü öncesinde Dudayev, Tuğgeneral rütbesiyle Estonya'da görev yapıyordu.

Estonya'da görev yaptığı sırada, stadyumdaki bir tören anında Estonyalı gençler, Eston bayrağı açarak bağımsızlık gösterisi yaptılar. Dudayev bu gösteriye sempatiyle baktı.

Ardından Estonya'da başlayan bağımsızlık yanlısı gösterilere müdahale etmesi talimatını dinlemeyerek "Asi General" adını aldı.

Bu sırada kendi ülkesi Çeçenistanda da hareketli günler yaşanıyordu. Zelimhan Yandarbiyev önderliğinde kurulan Çeçen Halk Kongresi hareketi Sovyet kalıntısı yönetimi sarsıyordu.

Dudayev, Zelimhan Yandarviyev'in davetine düşünmeden evet dedi.Sovyet ordusundan ayrılan Dudayev için yeni bir dönem başlıyordu.Çeçen Halk Kongresi 6 Eylül 1991 yılında Dudayev'in başkanlığında Çeçenistan'ın bağımsızlığını ilan etti. 27 Kasım 1991 yılında yapılan seçimde de halkın yüzde doksanından fazlasının oyunu alan Dudayev Çeçenistan'ın devlet başkanlığına seçildi.

Rusya Federasyonuna dahil olmadan,yolunu bağımsızlıktan yana çeviren Çeçen halkının iradesine karşı, Rus yönetimi iyi şeyler düşünmüyordu.

Rus yönetimi, Çeçen halkının bağımsızlık talebine karşı sert çıktı. Çeçenistanı tehdit ederek kanlı bir müdahele sinyali verdi.

Dudayev, bilinenlerin aksine Rus yönetimiyle savaşmak istemiyordu. Savaşın Çeçen halkına vereceği zararın farkındaydı.

Dudayev, dönemin Çerkes asıllı Adalet Bakanı Kalmuk Yura'nın arabuluculuğunu kabul ederek onunla görüştü. Bu görüşmede savaş olmadan Rus yönetimiyle anlaşmaya varılabileceğini bile söyledi.

Kalmuk Yura bu öneriyi devrin başbakanı Viktor Çernomirdin'e iletti.Çernomirdin savaşın önlenmesinden dolayı çok mutlu olduğunu ifade ederek Dudayev'le telefonla görüştü.

Yukarıdaki bilgiler hem merhum Kamuk Yura hem de Viktor Çernomirdin tarafındanda teyit edilen bilgilerdir.

Dudayev'in barış masasına oturma çağrısına olumlu cevap vermesi, Kremlin tarafından dikkate alınmadı.

Viktor Çernomirdin daha sonra hatıratında belirttiği gibi "Rus derin devleti iç politikaya yönelik, kamuoyunu memnun edecek, 24 saatte kazanılacak bir zafer istiyordu".

Rus yönetimi Çeçenistan'ı vurarak, Slav unsurlarının motivasyonunu yükseltecek, Rus ordusu, kazandığı bu zaferle otoritesini yeniden tesis edecekti.

Kısacası savaşı çıkaran taraf ne Dudayev ne de Çeçen halkıydı. Gerek Dudayev gerekse Çeçen halkı, ülkelerine saldıran Rus işgalcilerine karşı savunma savaşı vermek zorunda kalmışlardı.

Dudayev'in efsanevi kişiliği etrafında birleşen Çeçen halkı, bütün dünyaya parmak ısırtan bir bağımsızlık mücadelesi örneği sergilediler.

Dudayev dehasıyla Ruslara ağır kayıplar verdiriyordu.Uluslararası emperyalizm, Çeçen savaşının Dudayev'in ortadan kaldırılmasıyla sona ereceğini düşünüyordu.

Dünyayı tapulu arazileri olarak gören karanlık güçler, Dudayev'in kullandığı uydu telefonunun frekansını Rus yönetimine bildirdiler.

Rus Duma'sından bazı milletvekilleri ile barış konusunu görüşen Dudayev, kendisine kurulan tuzaktan habersiz uydu telefonunu çalıştırarak görüşmelerde bulunduğu sırada, uzaktan kumandalı nokta hedefe kilitlenen bir roketle şehit edildi.

Dudayev Çeçen halkının kalbinde derin izler bırakan karizmatik bir liderdi. Her Çeçen onu örnek almaktadır.Yeni doğan bir bebeğin öğrendiği ilk kelimelerden biri Dudayevdir.

Dudayev'in şehadeti ile Çeçen bağımsızlık savaşı sona ermedi.10 yıla yaklaşan bu mücadelede Dudayev'in ardından Devlet Başkanları Zelimhan Yandarbiyev ve Aslan Mashadov da şehit olmuşlardır.

Rusların anlayamadığı husus, Çeçen bağımsızlık mücadelesi şahıslara bağlı bir mücadele değildir. Bu mücadele topyekün bir özgürlük savaşıdır.

Ölümünün üzerinden dokuz yıl geçmesine rağmen Dudayev'in küçük Çeçenistan'ı halen savaşıyor.

Dudayev'i öldürmekle savaşı kazanacağını sananlar hala anlayamadınız mı

DUDAYEV'LER ÖLMEZ!

Mehdi Nüzhet ÇETİNBAŞ, Ajans Kafkas
www.kafkas.org.tr

GÖÇ HİKAYESİ DOLUNAY


Toprak yağmur kokuyordu.

Muhacirleri karşı kıyıya taşıyan Laz tekneleri kırk kişi alabiliyordu. Görevliler bir, iki, üç, dört, kırk kişi sayıyor ve saydıkları insanları sırası gelen tekneye alıyorlardı. Toprağın yağmur koktuğu o akşam vakti Rus zabitinin eli bilmem kaçıncı defa insanları işaret etti ve “kırk” dedi. En fazla yirmisinde olduğu halde yüz yaşındaki bir ninenin yüz ifadesiyle bekleşen bir kızcağıza denk gelmişti kırkıncılık. Günlerdir gözyaşı dökmekten kıpkırmızı olmuş gözlerini kendisini işaret eden Rus zabitine çevirip ne olduğunu anlamak isterken üç dört asker iteklemişti onu sayılan diğer insanların arasına. Kız bağırıyor, feryat ediyor, ailesinden koparıldığını söylüyor ama derdini hiç kimseye anlatamıyordu. Ne subaylar anlıyordu Çerkesçce’yi ne de Laz gemiciler. Gemiye bindirilecek insanların seçiminde her zaman bu tür olayların olmasına alışkındı limandakiler. Her seferinde birileri feryat figan ederek kopardı kıyıda kalanlardan. Tekneler bir sülaleyi alacak kadar büyük değil, hem bu işle uğraşılmayacak kadar çok insan bekliyor kıyıda. Bu hazin ayrılığı görmeye dayanamayanlar gözlerini kapatır, biraz sonra aynı felaket onlarında başına gelir. Aileler parçalanır, kardeşlerden biri biner, diğeri kıyıda kalır. Eşlerden biri bir tekneye biner, diğeri başkasına. Evlatlar analardan, sevdalılar birbirlerinden ayrılır. Bir yüreğin yarısı kıyıda kalır, diğeri denize açılır.

--- Hepiniz aynı yere gidiyorsunuz. İstanbul’a vardığınızda birbirinizi bulursunuz, diyor kimileri.

Bu İstanbul nasıl bir yer? Bu kadar insanı alacak kadar büyük mü? Yoksa dalları yerde, kökleri gökte olan Tuba ağacı orda mı?


Yine aynı yürek parçalayıcı olay oluyordu. Sayılan kırk kişi tekneye itilirken gruptaki o genç kız çığlıklar atarak kıyıda kalan akrabalarının yanına gitmek istediğini söylüyordu. Kim bilir kaç zamandır karnını doyuracak birşeyler yiyememiş, zarif yapılı, ince, uzun, elbiseleri yırtık bir Çerkes kızıydı bu. Çerkesce bağırıyor, kendisini tutan kollardan kurtulup kopartıldığı kardeşlerinin yanına gitmek için çırpınıyordu. Limanda bir kıpırdanma oldu. İki üç genç kız kalabalığı yararak Rus zabitinin yanına gidip tekneye bindirilen kızı işaret ederek ağlamaya, bir şey anlatmaya başlamışlardı. Dillerinde merhamet kelimesi olmayan Rus askerleri itekledi onları. Ağlayarak yakalarına sarılan solgun yüzlü kadınlardan ve çocuklardan bıkmışlardı. Sayılan kırk kişi apar topar bindirildi tekneye ve Rus zabitinin eli bir başka tekneye doldurulacak kırk kişiyi saymak üzere kalktı.


Ayrılık dedikleri ölümden beter. İnsanın tanıdığı, bildiği, sevdiği şeylerin tümünden birden ayrılması ise adı konmamış bir azap çeşidi. Tekneye alınan kızcağız bu azapla kıvranıyordu. Akşamın laciverdinde çınlıyordu korkunç feryadı. Onun çığlığında koca bir mazlum milletin yürek acısı yankılanıyordu barut kokan dağlarda. Ay’ın denize düşen görüntüsünde o çığlık vardı. Yüreklerde o çığlık... Gözlerinden, görecekleri bir başka felaket için sakladıkları son gözyaşını döküyordu kıyıdakiler. Yüzler ümitsiz, yüzler korkulu... Ayışığı şahit o akşamın dehşetine. Bir de teknedekiler için kıyıdan uzanan bir zayıf el.
Tekneye zorla bindirilen o bahtsız kız güverteye çıkmıştı. Belki o da birçoklarının yaptığı gibi kendini Karadenizin soğuk ve karanlık kucağına bırakacaktı.

---Kardeşlerim, diye bağırdı ve gökdeki yaşanılanlara şahit olan dolunayı göstererek:

Ay’a bakın, çünkü ben nerede olursam olayım Ay’ın dolunay olduğu vakitlerde Ay’a bakıyor olacağım. Siz de nereye giderseniz gidin dolunaylı gecelerde Ay’a bakıp beni hatırlayın.

Kızın sesi kıyıda bekleşenlerin hıçkırıkları arasında boğuldu. Tekne gece karanlığında daha koyu bir renge bürünen denizde yavaş yavaş hareket etmeye, ardından ince bir iz ve bir sürü gözyaşı bırakarak kıyıdan uzaklaşmaya başladı.

İşte böyle...

Artık bende bakıyorum Ay’a. Yemen çöllerinde kumlara karışmış akrabalarımın, Karadeniz’in sularına gark olmuş bir dostun hatırası olan Ay artık bambaşka anlamlar taşıyor benim için.

Bu hastalık bende yeni başladı.


Av. Hulusi ÜSTÜN Gurbetten Çerkes Hikayeleri ''Dolunay''

_________________

19 Kasım 2009 Perşembe

ÇERKES ATLARI


Çerkeslerin efsanevi yoldaşıydı at. Atcılık da binlerce yıllık geçmişten süzülerek gelen bir uğraş. Ancak, yüz yıldan fazla süren yıkıcı Kafkas- Rus Savaşı ve sürgün zamanlarında Çerkes at cinslerinin hemen tamamı kayboldu. Bu eşsiz atlardan geriye sadece tek bir cins kaldı.
Her Çerkes, ata özel bir bağıllık, sınırsız bir sevgi duyar. Onu kardeş sayar, özenle korur. Ata duydukları bu yakınlık ona verdikleri isme de yansır. Çerkesler, ata " şı " der; ki bu aynı zamanda erkek kardeş anlamındadır. Öyle ki Çerkesler, mahmuzu ilk gördüklerinde ne işe yaradığını anlamamışlar ve ata acı vereceği gerekçesiyle benimsememişler. Yine aynı nedenle Çerkes, yumuşak deri uçlu kamçısyıla atına nadiren vurur. Onlar kamçıyı sadece bir simge olarak taşır. Kamçı genç kızın sevgilisine verceceği güzel bir hediye veya atlı oyunlarda ödül olabilir ancak.
Nitekin atla ilgili gelenekler Çerkeslerin yaşamında önemli yer tutar. Örneğin, misafir olunan bir yerden ayrılırken at, başı eve doğru bakacak şekilde durdurulur ve öyle bilinir. Sağdan dönerek avludan çıkmak gerekir, keza at kesinlikle kamçılanmaz. Aksi şekilde davranmak ev sahibinin konukseverliğinden memnun kalınmadığını gösterir. Çerkes geleneklerine göre bir kadının veya yaşlının önünden atla geçmek büyük ayıptır. Atlı 30-40 metre kala atından iner, karşılaştığı kişi yürüyorsa saygılı bir şekilde durur ve sağ tarafından geçmesini bekler. Karşılaştığı kişi yerinde duruyorsa atının dizginlerinden tutarak yanından geçmesi gerekir. Atlının karşıdan gelen bir kadına veya yaşlı bir adama rastladığında atından inerek gideceği yere kadar ya da izin verilinceye kadar ona eşlik etmesi gerekir. Atlıya yaya karşılaştığında önce atlı selam verir. Atlı olarak bir yere gidilirken herkesin konumuna göre bulunması gereken yer belidir. Yaşça küçük olan, „thamade“ nın (yaşlı) solunda yerini alır. Thamadeye birden fazla atlı eşlik ediyorsa büyük olan solunda, daha genç olan sağında yer alır. Ölüm haberi getiren atlı atın ters tarafından, yani sağından iner. Bunun dışında atın sağından inmek uğursuzluk sayılır.
En ünlü Çerkes atı cinsleri Şoloh ve Beçkan´dı. Şoloh, Bestav´da ve Zelençuk vadilerinde, Beçkan ise Adigey topraklarında yaygındı. bu cinslerin Kirim pazarlarında yerli koşu atlarından 25 kat fazla fiyat verilirdi. Şoloh cinsi atların özelliği, toynakların bardak biçiminde olmasi ve arka tırnakların olmamasıydı; bunun için nala ihtiyaç duymuyorlardı. Beçkan, özellikleri açısından eşsiz bir binek atıydı. Çok sabırlı ve dayanıklı, Çerkeslerin yasamının ayrilmaz parçası olan biniciligin bütün gereklerine son derece uygundu. Gerektiğinde yemsiz 3-4 günlük yola dayanabiliyordu. Halk arasındaki tarifiyle Beçkan; „Boynu düzgün, sagrısı mantara benzer, geyiğinki gibi dik baldırları vardır. Kasığı dardır, genişliği üç parmağı geçmez. Bir kaburgası fazladır ve dolaysıyla gücü de fazladır “.
Kundeyt cinsi ise 7-9 yaşına kadar genellikle özelliklerini göztermez. Bu cinsin kısrağını iki yaşına kadar basit bir cinsten ayırmak zordur; cok tüylü ve gösterişsizdir. Ama iki yaşından sonra değişmeye başlar. Tüyleri düzelir, karnı toplanır, kulakları sivrilir, asıl görünümünü almaya başlar.
Bu cinslerden baska Zelençuk vadilerinde prenslerin adlariyala anilan Alheskir, Hağundoko, Hatohşoko cinsleri ve Yecebukay´da Yivuan cinsi atlar biliniyordu. Bu cinsler mükemmel binek atı nitelikleriyle ve prenslerin özel damgalarıyla tanınıyordu. Çerkesler atı sadece binmek için yetistirirler ve sadece aygırlara ve iğdiş edilmiş atlara binerlerdi. Kisrak süreleri sadece üreme amacıyla tutulurdu.
En varlıklı ve nüfuzlu at yetiştiricisi olan Çerkes prenslerinin süreleri hiçbir zaman 150-200 kısrağı geçmezdi. Kendi damgası olan her prens kendi at cinsine sahip olabiliyordu. Çerkesler ayrıca donlarına göre atların nitelikleri olduğuna inanırlardı. Tarihçi ve etnograf A. H. Zafes´in yazdığına göre tercihleri demir kırı ve doru idi, alacalı at hiç yetiştirmezlerdi.
Rus- Kafkas Savaşı ve sürgün zamanlarında Çerkes at cinslerinin hemen tamamı kayboldu. Kalan cinsler de Rusya´daki iç savaş yıllarında yok oldu. Son Şoloh cinsi atlar da Birinci Süvari Ordusu´nun birlikleri için dağlardaki otlaklarından indirildi ve kaybolup gittiler. Kafkasya´da Sovyet iktidarıyla birlikte Çerkes atcılığının da sonu geldi. Çerkeslere at sahibi olmaları yasaklandı. Zelençuk vadilerinde kalan cins atlar da ilk Sovyet haraları kurulunca diğer cinslerle karıştı. Böylece 25-35 Çerkes atı cinsinden bugüne sadece Şağdiy kalabildi. Kalan bu tek Çerkes atı cinsi, dünya atçılık literatüründe “ Kaberdey “ (Kabardian) cinsi olarak bilinir. En iyi dağ atlarından biri kabul edilir. Kaygan dağ patikalarında yürümek, nehir gecmek, derin karda ilerlemek konusunda inanilmaz yetenekleri vardır. Dik kayalık patikalarda dengesini çok iyi korur. Ani ısı değişikliğinde ve hava basıncına karşı dayanıklıdır. Ayrıca karanlıkta ve yoğun siste yollarını bulmalarını sağlayan şaşmaz yön duygularına sahiptir. Yüz elli kilogram yükle günde 100 kilometre yol kat edebilirler. 1935-36´da Kafkas Dağları´nda yapılan bir trialde Kaberdey atları üç bin kilometrelik mesafeye kötü hava ve arazi koşullarında 37 günde tamamladılar. Bu konudaki rekor “ Aza “ adında bir kısrağa ait: Dağ eyeriyle ve tam yüklü olarak 100 kilometreyi dört saat 25 dakikada kat etti.
Kaberdey atları genellikle cinslerini doğal olarak sürdürürler, yılkı halinde dolaşırlar. Rivayete göre soyu Cengiz Han´ ın en gözde aygırından gelmektedir. Son derece sakin ve itaatkâr huylu oldugu icin tercih edilir. Kaberdey atından çaprazlama sonucu dört yeni nesil elde edildi. Bunlardan İngiliz- Kaberdey atı, cins olarak 1966´da resmen kabul edildi.
En iyi Kaberdey atları Karaçay- Çerkes Cumhuriyeti´nde Malokaraçayev ve Malkin, Kaberdey- Balkar Cumhuriyeti´nde Guaran haralarında yetiştiriliyor. Bu haralarda atlar yazın yüksek yaylalarda, kışın dağ yamaçlarında tutuluyor. İki yaşına geldiklerinde koşu performansları deneniyor. Kaberdey atı diğer koşu atları kadar hızlı olmasa da diğer atçılık sporları icin son derece uygun özelliklere sahip.
(KAYNAK:www.cerkesbirligi.com)

ÇERKES BAYRAĞI


Adıge Bayrağının Tarihçesi
Adıgelerin 19. yüzyıl başlarına kadar bayrakları olmadı. Her kabilenin flamaları vardı. Kızlar, yarışlarda derece alanlara bunlardan hediye ediyordu. Sürgünden sonra Anadoluya yerleşen Çerkesler, sandıklarında sakladıkları flamalar yüzünden baskı gördü

İzzet Aydemir ÇUŞHA Maykop - Marje.net28 Eylül 2002
Cumartesi Adılgeler'in 19. yüzyıl başlarına kadar milli bir bayrakları olmadı ama, her kabile ve ailenin değişik flamaları vardı. Kızlar, düğünlerde ve at yarışlarında derece alan delikanlılara bu flamalardan hediye ediyordu. Sürgünden sonra Anadolu'ya yerleşen pek çok Çerkes kızı, bu flamaları sandıklarında sakladığından, "Çerkes bayrağı taşımak, Çerkeslik yapmak" suçlamalarıyla baskı gördü.
Adıgeler ve tüm Kuzey Kafkasyalılar, 19. yüzyıl başlarına kadar milli bir bayrakları ve bir devlet anlayışları olmadan yaşamlarını sürdürdüler. Ancak, eski zamanlardan beri bayrak niteliği taşımamakla birlikte her kabile ve aile çeşitli renk ve biçimlerde bezden yapılmış değişik flamalara yaşamlarında yer veriyorlardı.

Özellikle düğünlerde ve at yarışlarında derece alan delikanlılara, genç kızlar ödül olarak kendi hazırladıkları bu flamaları armağan ediyorlardı. Büyük yarışmalarda ise, bu ödüllere ek olarak, derece alan gençlere, her kabile başkanı o kabileyi temsilen kendi sembolleri olan flamayı veriyordu.

"Çerkes bayrağı taşıma" suçu

Sürgün sonrası Anadolu'ya yerleşen pek çok Çerkes ailesinin kızları, o günlerin anısına dikilmiş flamaları yıllar boyu sandıklarında sakladı ve 1920'li yıllardan sonra, gizledikleri bu flamalar yüzünden "Çerkes Bayrağı taşımak, Çerkeslik yapmak" suçlamalarıyla çeşitli baskılara maruz kaldı.

Adıgelerin ilk bayrakları hakkında somut ve yazılı hiçbir belgeye rastlanamıyor. Bu konuda 19.yüzyıl başlarından itibaren Avrupalıların, genellikle, İngilizlerin ortaya koydukları bazı yazılı belgelerden bilgi ediniyoruz. Diplomat, tüccar, yazar, gezgin ve hatta ajan olarak Kafkasya'ya gönderilen kişilerin Çerkesler hakkında yazdıkları eserlerde, Adıge Bayrağı hakkında da bilgilere rastlıyoruz.

Bazı kitapların kapaklarında yer alan Adıge Bayrağı'nın önceleri 7 yıldızlı, daha sonraları da 9 yıldızlı olanlarına rastlanıyor. Bayrakların ortak özelliği ise renklerinin yeşil ve üzerlerine serpiştirilen yıldızların da sarı renkli olması. Fakat bu bayrakların hangi kabileyi veya kabileleri temsil ettiği ve de hangi tarihte kullanıldığı belirtilmemiş.

1830'lu yıllardan sonradır ki, Adıge Bayrağı'nın doğuşuna ait detaylı bilgilere erişebiliyoruz. İngiliz politikacılarından, o dönemde küçük bir devlet memuru olan David Urquhart; İngiltere Hükümeti'nin de yardım ve desteğiyle 1834 yılının Haziran ayında Kafkasya'ya gelir. Amacı Çerkesleri tanımak, gerekirse ve mümkün olduğu nispette Çerkeslerin Ruslara karşı sürdürdüğü özgürlük savaşımında onlara politik ve somut askeri yardımları sağlamada yardımcı olmaktır.

12 kabile, 12 kişilik hükümet

Adıgeler, Tsemez'de (Novorossisk) karaya çıkan, oradan da Anapa'ya giden Urquhart'ı büyük bir ilgi ve sevgi gösterisiyle karşılar. Anapa'da onuruna düzenlenen bir kurultayda -ki bu kurultay Aguy ovasında düzenlenmiştir- tüm Çerkeslere seslenerek, Ruslara karşı başarılı olmak için Çerkes birliğinin kurulmasını önerir. Urquhart bayrağın rengi, amblemi hakkında Çerkeslere bilgi aktardığını, sonradan yazdığı anılarında dile getirir. Bu arada o dönemde Adıgelerin lideri durumunda olan Zaniko Sefer Bey'in de onayı ile 12 kabileyi temsilen 12 kişilik geçici bir hükümet kurulur.

Adıge milli bayrağının kabulü

Urquhart'ın Kafkasya'dan ayrılmasından 3 yıl sonra 6 Mayıs 1837'de bu kez, yine İngiliz S.James Bell ve gözlemci Longworth'un hazır bulunduğu ünlü Adhanekum (Adakum, Atakum, Atakhum diye de geçer) kurultayda, ipekten yeşil renkli, siyah iki ok ve üzerinde 10 kabileyi temsil eden 10 adet sarı yıldızın yer aldığı Adıge Bayrağı dalgalanmaktadır.

Havidko Mensur'un (Havdiko, Havudukue diye de geçer) liderliğinde ve bütün Adıge kabilelerinin temsil edildiği, bin delegenin katıldığı bu Adıge tarihinin büyük kurultayında bilinen ilk resmi bayrak kullanılmıştır. Bundan bir yıl sonra ise 1838 yılında, Batı Kafkasya'daki 12 kabile, 3 liderin başkanlığında birleşir ve yeşil yüzey üzerinde 3 siyah ok ve 12 yıldızlı tarihi Adıge Bayrağı'nı milli bayrak olarak kabul ederler. İşte bugün Adıge Cumhuriyeti'nin Maykop'taki Parlamento binasında dalgalanan bayrak budur.

Renklerin, yıldızların ve okların anlamı

Adıge Bayrağı'nda yer alan renkler, yıldızlar ve oklara gelince: İpek kumaşın yeşil rengi Kafkasya'nın dağ ve ovalarını; siyah 3 ok dönemin en yetenekli ve ünlü üç ailesini (Zaniko, Aytekçiko, Boleteko aileleri), siyah renk ise düşmana ölümü, sarı yıldızlar da bütün yaşamları açık havada, kır ve dağlarda geçen ve gökyüzündeki yıldızlara bakarak uyuyan kahramanların yer aldığı 12 bölgeyi temsil ediyordu. Bu 12 bölge; Natukhay(Nathkoç), Şapsuğ, Abedzah, Ubıh, Bjedugh, Temirgoy, Abhaz, Hatukay, Mahoş, Besleney, Brakiy, Karaçay, ve Kabardey'den oluşur.

Bu 12 bölgeden Abedzah, Mahoş ve Bjedughlar Ruslarla barış antlaşması imzalamış olduklarından, Kabardey ve Abhazya da Rus işgalinde bulunduğundan, birliğe ancak o bölgelerden, diğer Adıge kabileleri arasına sığınanların temsilcileri ile birlik antlaşmasına katılmışlardır. Kabardey'in temsilcisi Besleniyko Aslan, Abhazya'nın ise Rustem Pe idiler. Her bölgenin genel kurulları sonucu seçilen delegeleri Zaniko Sefer'in yanında yer alıyor, bunlar arasından da askeri komutanlar, elçiler ve hakimler seçilerek işbaşına getiriliyorlardı. Zaniko Sefer hem genel başkan, hem de dışişleri ile diplomatik çalışmaları yürütüyordu.

* Nart Dergisi'nin 4. sayısından aktaran marje.net . Ara başlıklar ve vurgular bianet'e aittir.

Kaynakça

* Kafkasya Dağlıları, Varşova, Rusça-Türkçe Dergi, A.C. Havjoko, "Adıge Kahramanları", 1933

* Gn. İ.Berkuk, Tarihte Kafkasya, İstanbul, 1958

* Jabağı Baj, Çerkesya'da Sosyal Yaşayış, Ankara, 1969

* Dr. Vasfi Güsar, Yeni Kafkas Dergisi, İstanbul, 1957-62

* Osman Çelik, İngiliz Belgelerinde Türkiye ve Kafkasya, Ankara, 1992

* İzzet Aydemir, Göç, Ankara, 1968

Çerkesler “Biz de varız”

İstanbul/Ajans Kafkas - Hükümetin Kürt sorununa indirgenen demokratik açılım planları karşısında Çerkesler “Biz de varız” diye sesini yükseltti. Farklı çevrelerden Çerkesler, ‘demokratik yeniden yapılanma sürecinin sadece belirli bir etnik grubun siyasi ve kültürel hakları konusuna indirgeyen algıdan kurtarılması için’ tüm Çerkeslere sürece katılım çağrısı yaptı. ‘Demokratik Yeniden Yapılanma’ya evet, ayrıcalık ve halklar hiyerarşisine hayır diyoruz. Yok sayarak var olunamaz! Özgür ve demokratik bir toplum için Çerkesler hazırdır!” sloganıyla yola çıkan Demokrasi İçin Çerkes Girişimi, inisiyatif grubu ortak bir bildiri yayımlayarak “Bu sürecin ülke ve toplum lehine sonuçlanması için çalışmak, tüm toplum kesimleriyle birlikte elbette ki biz Çerkeslerin de görevidir” dedi. Türkiye’de yaşayan Çerkes toplumunun taleplerinin sivil bir istişare mekanizmasıyla ortaya konulup demokratik açılım sürecinde karşılık bulması için çalışmayı amaçlayan inisiyatif grubu şu çağrıyı yaptı: “Tarihimizle yüzleşmek ve kendimizle barışmak için, kendimizi anlatmak ve diğerlerini anlamak için, demokratik yeniden yapılanma sürecinin, sadece belirli bir etnik grubun siyasi ve kültürel hakları konusuna indirgeyen algıdan kurtarılıp, tutarlı argumanları ile olması gereken boyutuna çekilmesi için, süreci adeta bir mevzi kazanma veya kaybetmeme savaşına dönüştürmeden, ülkemiz ve halkımız için bir yenilenme ve yeniden yapılanma fırsatı yaratmak için, çocuklarımıza, kendilerini daha güvende hissedecekleri, daha mutlu yaşayabilecekleri ve sömürünün, çatışmanın, güvensizliğin değil ikramın, barışın, eşitliğin, sevginin egemen olduğu bir ülke ve bir dünya bırakmak için, süreçten kapabileceklerimizi değil sürece katabileceklerimizi konuşmak ve aramak için, biz aşağıda imzası bulunan farklı dünya görüşlerine sahip Çerkesler, yüzlerce yıllık geçmişinde farklı etnik yapılarla iç içe yaşaması sebebiyle kimliklere saygıyı içselleştiren, çok farklı inançların harmanlandığı coğrafyası sebebiyle inanç ve ifade özgürlüğünden yana olan tavrını kolektif hafızasına kodlamış olan, bireysel özgürlüğü yaşamının önemli şartı sayarak, tercih hakkına saygıyı kültürünün en önemli ögesi haline getiren Çerkesleri ve tüm örgütlü yapılarımızı, duyarlı fertleriyle Demokratik Yeniden Yapılanma sürecine daha aktif katkı yapmak üzere ‘Biz de varız’ demeye davet ediyoruz.” Sözcülüğünü, Yalçın Karadaş ve Hulusi Üstün’ün üstlendiği Demokrasi İçin Çerkes Girişimi’nde şu isimler yer aldı: Erkan Dinçer (Avukat), Yaşar Güven (Gemi Mühendisi), Yalçın Karadaş (Mimar-Yazar), Erol Karayel (Yazar), Rahmi Deniz Özbay (Akademisyen), Yılmaz Tok (Sanayici), Hulusi Üstün (Avukat-Yazar), Şahin Arıkan ( Satış Temsilcisi ), Feridun Büyükyıldız (Kütüphaneci-Yazar), Atay Ceyişakar (Sanayici), Metin Sönmez (Müzikolog), Mehmet Sait Kanbolat (Tıp Doktoru), Aliye Gümüş (Gazeteci), Burak Öztaş (Avukat), Ömer Demircan (Öğrenci), Oğuz Berk (Yayıncı), Sezai Babakuş (Gazeteci), Osman Ömür (Tüccar), Özlem Çelik (Öğrenci), Anıt Baba (Avukat), Önder Sezgin (Elektrik Teknisyeni), Ali Oğuz (Tekniker), Hayri Ersoy (İnşaat Mühendisi-Yazar), Bekir Ashuba ( Tampografist-Grafiker), İsa Tuncer (Turizmci- İşadamı), Sencer Busun (Makine Yük. Mühendisi), Şamil Canbek (Yönetici), Kadriye Bozkurt (İnsan Kaynakları Yöneticisi), Turabi Saltık (Araştırmacı-Yazar), Betül Cetgin (Uluslar arası İlişkiler ), Cengiz Gül (Ekonomist-İşadamı), Sezai Kılıçtaş (Mimar), Azmi Berberoğlu (Ekonomist), Abrek Önlü (Danışman), Murat Papşu (Çevirmen), Eyüp Baloğlu (Eğitimci), Fahri Huvaj (Avukat-Eğitimci), Kamuran Kozan (Öğretmen), Cansu Denef Oktay (Sosyolog), Cengiz Macun (Gemi Mühendisi), Kuban Kural (Öğrenci), M.Emin Beştoy (Mühendis), Erdoğan Yılmaz (Mimar), Özgür Özgür (Teknik Ressam), Gül Yılmaz (Antropolog-Düzeltmen), Çetin Coşkuner ( Muhasebeci ), Murat Bolat (Öğrenci), Emrah Baygın (İşçi), Merve Bolat (Öğrenci), Hilal Erken (Öğrenci), Hüseyin Tok (Öğrenci), Hava Karadaş (Avukat), Sadrettin Karadaş (Emekli), Korkmaz Karadaş (Emekli), Şaban Karadaş (Terzi), Aydın Karadaş (Tezgahtar), Nurcan Ersoy (Emekli ), Hayrettin Cihat Güler (Muhasebeci), Niyazi Kuday (Ekonomist), A.Seda Berzeg (İşletmeci), Murat Bingöl (Sosyolog), Orhan Yılmaz(Noter başkatibi), Orhan Doğbay (Eğitimci), Eyüp Tuncer (Güvenlikçi), Filiz Çelik (Bilişim-Serbest), Remzi Yıldırım (Mali Müşavir), Aydan Çelik (Çizer-Yazar), Polat Doğan (Muhasebeci), Ahmet Özel (Ressam), Cihan İşbaşı (Tasarımcı ), Sinemyis İşbaşı ( Halkla İlişkiler ), İbrahim Tezcan (Yönetici ), Hayrettin Aydın ( Emekli ), İsmail Tunçbilek (gazeteci), Mehdi Nüzhet Çetinbaş (Eğitimci), Şakir Şahin (Reklamcı), Ergün Utku (Ziraat Mühendisi).